About
preload

Şehit Ahmet Türkkan Çok Programlı Lisesi Fan Club

Gelenekler

GELENEK VE GÖRENEKLER

Gelenek ve görenekler bir toplumun çok eski çağlarında oluşan yüzyıllar boyunca yaşatılan davranışlardır, alışkanlıklardır. Gelenek ve görenekler toplumlara göre farklılıklar gösterir. Duygu ve düşüncelerimizde birlik ve beraberlik meydana getiren, iyi ve kötü günlerimizde toplumumuzun dayanışmasını sağlayan kaynaklardır. Bu nedenle bayram, düğün, cenaze, askerlik gibi birlik ve beraberliğe, dayanışmaya en çok ihtiyaç duyulan anlarda daha çok görülürler. Yardımlaşmanın, birliğin olmadığı toplumlarda gelenek ve görenekler yaşatılamaz. Türk toplumu geleneklerine bağlı bir toplumdur. Düğün, nişan, sünnet ve bayram gibi ortak sevinçlerin; ayrılık, ölüm, hastalık ve felaket gibi acıların paylaşıldığı anlarda tek yürek olmayı bu geleneklerle sürdürürler.

Gelenek ve göreneklerimiz temelde benzerlik gösterir. Bununla beraber toplumdan topluma az çok farklılıklar olması da doğaldır. 

 

            A.EVLİLİK VE DÜĞÜN

 

Evlilik, kadın ile erkek arasında yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlayan yasal ve toplumsal bir sözleşmedir. Evliliğin temel amacı iyi bir yuva kurmak, çoluk çocuk sahibi olmak, onları iyi yetiştirmek, soyun devamını sağlamaktır.        

Evlilik geleneği dünyanın her yerinde görülmekle birlikte eş seçimi, evlilik törenleri bakımından  yöreden yöreye farklılık gösterir.

Türk toplumunda aile kutsal kabul edilir ve önemsenir. Geleneklere bağlı devamlılığa özen gösterilir. Kadın ve erkek arasındaki haklar ve sorumluluklar geleneklere göre belirlenir.

Bugün çağdaş toplumlarda insanlar eşlerini seçmekte özgürdürler. Yaşamlarını kendi isteklerine göre yönlendirirler. Evlenen çiftler “baba evi” nden ayrılarak kendilerine yeni bir yuva kurarlar.  

Oysa bundan yüzyıl öncesinde- şimdilerde bile- evliliğe genç çiftin anne babası karar verirdi. Yeni evlilerin, damadın anne ve babasıyla oturması köklü bir gelenekti. Böylece anne, baba, kızlar, gelinler, damatlar, torunlar aynı çatı altında geniş bir aile oluşturuyordu. Tarıma dayalı geleneksel yapıyı koruyan bu adet bugün azalmakla birlikte devam etmektedir. Türkiye’nin kırsal kesimlerinde geleneksel aile tipi yaygındır. Son 40 yıldır iç göçler ve kentleşme nedeniyle geniş aileler parçalanarak yerlerini çekirdek ailelere bırakmıştır.

Bekarlıktan evliliğe geçişte dünyanın hemen hemen bütün ailelerinde din, gelenek kültürüne uygun törenler düzenlenir. Türk toplumunda da bu böyledir. Ayrıca yörenin ekonomik yapısı, toplumsal ilişkilerin  biçimi gibi öğeler de düğün törenlerinin düzenlenmesinde önemli olmaktadır. Evlilik törenleri Türk toplumundaki mozaiğe  bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Öyleki  bir ilin, ilçe ve köyleri  arasında bile farklılıklar görülebilir.

Eskiden evliliklerde mal, mülk, zenginlik ilk tercih sebebi sayılıyordu. Günümüzde ise iyi bir iş sahibi olmak, iyi ahlâklı, olmak ve eşler arasında uyuma önem verilmektedir.

Karadeniz bölgesinde de temelde aynı olan evlilik töreni, illerde, ilçelerde  yerel özelliklere göre birbirinden farklı incelikler göstermektedir. Trabzon’un  ilçesi Of’ta da  evliliğe geçiş süreci  kendine özgü, yerel bir nitelik  taşımaktadır.

Of’ta eskiden akraba evliliğine önem verilirdi. Bunun en önemli nedeni topraktı. Tarıma dayalı bir yaşantının olduğu eski dönemlerde arazinin bölünmemesi, “yabana“ gitmemesi için  akraba evliliği yapılırdı. Dağlık engebeli  bir arazi olan Karadeniz’in bu yöresinde de toprak çok değerliydi. Hâlâ da öyledir. Günümüzde ise çalışmak  için büyük şehirlere giden yöre halkı oralarda yerleşmekte ve toprağa eskisi kadar itibar etmemektedir. Değişen yaşam koşulları ve akraba evliliğinin sakıncalarının bilinmesi ile akraba evliliği pek itibar görmemektedir. 

Evlilik, evlenecek bireyler ve aileleri için değişik anlamlar taşır. Evlilik, erkek için “erkek” olmanın başka bir aşamasıdır. Bunun ilki sünnet ,ikincisi askerlik, üçüncüsü ise evliliktir. Evli erkeğe toplumda saygı gösterilir,değer verilir. Bazı yörelerde çocuk sahibi olmak şartı da aranır. Bu nedenle evli çiftin tez elden çocuk sahibi olması istenir.

Erkek, evinin namusunu korumakla, maddi ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur. Bu nedenle erkek,evin direği olarak görülür ve aile içinde erkeğe ayrı bir önem verilir. Her şeyin en iyisinin erkeğe verilmesi bu değerin bir ifadesidir

Evlilik, evlenecek genç kız için de bir geçiş dönemidir. Küçüklüğünden itibaren çeyiz hazırlamaya başlatılan  kız kendini evliliğe  hazırlar. Eskiden 13–15 yaşında evlenen kızlar varken günümüzde on sekizden sonra, hatta daha da geç evlenme olabilmektedir. Toplumumuzda eskiden beri genç kızda çalışkan, temiz ve iyi ahlaklı olma gibi özellikler aranır. Karadeniz’de kadın tarlada çalıştığı için genç kızın güçlü, kuvvetli ve çalışkan olmasına  da önem verilirdi. Bu değerlere iyi eğitim almış olmayı, sosyal çevreye uyumu da katabiliriz.

Evlilik, evlenen çiftlerin ana, babaları için de ayrı bir anlam taşır. Erkeğin anası, babası aslan gibi bir oğlan yetiştirmenin ortak sevinç ve gururunu duyarlar. Aile, yaşlılık ve kötü günlerinde yanlarında olacak  bir oğulları olduğu için kendilerini bahtiyar sayarlar. Bu nedenle Of’ta  erkek evlada büyük ilgi gösterilir ve erkek çocuk doğunca çok sevinilir. Kız ana,babası ise el emeği  göz nuru ile yetiştirdikleri kızlarını ele vermenin burukluğunu yaşarlar. El kapısında kendilerini utandırmamaları, ağır başlı, ölçülü olmaları konusunda kızlarına ata öğüdü verirler.

Eskiden Anadolu’nun çoğu yörelerinde olduğu gibi Of’ta da evlenecek çiftin birbirinin tanıması söz konusu değildi. Çoğu zaman gelin ile damat birbirini gerdek gecesinde görürdü. Evlilikler görücü  usulü ile yapılır, gençlerin görüşleri alınmazdı.

Günümüzdeki evliliklerde de görücü usulü yaygınlığını korumaktadır. Tanışarak yapılan evlilikler de yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Ancak günümüzde görücü usulü ile evlenme yeni bir boyut kazanmıştır. Gelin adayı yakın bir çevreden ise erkeğin fikri sorulduktan sonra kız istenmektedir. Tanıdık bir çevreden değilse kız beğenildikten sonra kızla oğlan birbirlerine gösterilir. Bu gösterme işlemi ya ailenin yanında ya kız evinde ya da müsait olan bir yerde gerçekleştirilir. Gençlerin, yalnızca birbirlerini görmelerine yönelik bu görüşmede, karşılıklı konuşma ya da yalnız kalmaları söz konusu değildir   

Eğer  kız ile oğlan  imecede ,düğünde veya  herhangi bir yerde birbirlerini görmüş ve sevmiş ise evlenmelerinde -günümüzde olduğu gibi- bazı engeller çıkmaktaydı. Bu engelleri aşamadıkları zaman çareyi kaçmakta bulanlar da olurdu. Kız ile oğlanın  beraber kaçması olayına “uyma” adı verilir. Şayet kız istemeyip de oğlan kızı zorla kaçırırsa buna da “kaçırma” denir. Az rastlanan uyma ve kaçma olayları şu sebeplerden kaynaklanır:

1-Eğer kız ile oğlan birbirlerini ister de anne ve baba buna karşı çıkarsa,

2-Düğün masraflarının getireceği  yükten kurtulmak için,

3-Oğlanın isteyip de kızın istememesi halinde,

4-Eskiden olup da şimdi olmayan başlık parasından kurtulmak için.

Kızın kaçması veya kaçırılması olayları vuku bulduğu zaman kızın ailesi ile samimi olan veya köyün ileri gelenlerinden bazıları kız ve erkek evinin barışması için aracılık yaparlar. Kız evinin gönlü yapılmaya  çalışılır. Eskiden  kaçan ya da kaçırılan kız tarafını  razı edebilmek için ara buluculuk esnasında  başlık parası 2-3 kat ödenirmiş.

Türkiye’nin  pek çok yerinde eskiden beri mevcut olan “beşik kertmesi” hadisesi yöremizde de vardır. Ancak beşik kertmesi yapılan çocukların evlenecek  çağa gediklerinde  birbirleriyle evlenmedikleri görülür.

 

1. Görücülük

Oğlu evlenme çağına gelen aile çevrede kız aramaya başlar. Kendilerine tavsiye edilen kızın evine habersizce bir iki kadın bakmaya gider. Bunlara “miyanci” denir. Eskiden kız bakmaya gelindiğini ifade etmek için kaynana adayları çoraplarını ters giyerlerdi. (Farklı renklerde çoraplar da giyilirdi) Bu ziyaretler genellikle sabah saatlerinde yapılır, öğleden sonra yapılmazdı. Bunun nedeni ise kızın erken saatlerde kalkıp evin temizliğini, yapıp yapmadığını kontrol etmektir.

Kızı görmeye giden kaynana adayı iplik yumağını yanlışlıkla olmuş gibi divanın altına yuvarlar, sonra yumağı oradan alır. Yumak kirlenirse o kızın temiz olmadığına kanaat getirir ve kızı istemezdi. Kız evine gidenler; kapı arkalarına, halı altlarına bakar, abdest almak gibi bir bahaneyle banyoya girer, temiz olup olmadığını araştırırlardı. Buralarda toza, örümcek ağına rastlanırsa kızın temiz, titiz olmadığına kanaat getirilir ve ona talip olunmazdı. Derede çamaşır yıkayan kızlar da izlenir, derenin ortasında değil, kenarında iş gören kızlar beğenilirdi.

Tüm sınamalardan sonra kız beğenilmişse “hayırlı bir iş için tekrar geleceğiz” diyerek müsaade alınır ve görücüler evden ayrılırlardı. Günümüzde de bu gelenek kısmen de olsa devam etmektedir.

 

2. Dünürcülük-Kız İsteme

  Yörede kız isteme oğlandan çok aile büyüklerinin isteğine bağlıdır. Evlenecek olan gençler birbirlerini sevmiş, aralarında anlaşmış olsalar dahi bu konuda son söz aile büyüklerinindir.

Beğenilen kızı istemek için kız evine genellikle haberli bazen de habersiz gidilir. Kızı istemeye gidenlere “Dünür-dünürcü” denir. Kız istemeye giderken anne ve babanın yanında komşu ya da çevrede hatırlı kişilerden birkaç kişi alınarak gidilir. Bu her zaman böyle olmayabilir. Kısa bir sohbetten sonra asıl maksada geçilir. “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz” diyerek kızı isterler. Kız tarafı “kızımıza soralım” diyerek düşünmek için zaman isterler. Bu zaman istemek erkek tarafını araştırmak içindir.

 

3. Nişan-Nikah

Nişanlar günümüz nişanlarından farklıydı. Erkek ve kız tarafı birer bohça hazırlardı. Eskiden erkeğe gümüş yüzük, keten gömlek, yün çorap, yakasız gömlek; kıza ise gümüş hamayel, ipek peştamal, yazma, zıbın, horasanlı kuşak, has önlük, çarık, etek gibi giysiler bohça içinde gönderilirdi. Nişan bohçasına iç çamaşırı koymak ayıp sayılırdı. Bohçaların içine yüzükler konulur ve kız ve erkek tarafı bu bohçaları birbirine sunarlardı. Erkek ve kız bu nişanda yüzükleri takıp resim çektirmek bir yana, birbirlerini  dahi görmezlerdi. Gümüş hamayeli, kız nişanlı olduğunu belirtmek için takardı. Ailesinden utandığı için yüzüğünü düğün gününe kadar takmazdı.

 Günümüzde ise erkeğin bohçasına gömlek, kravat, pijama, çorap, terlik, tıraş takımı, iç çamaşırı, havlu; kızın bohçasına  ise baş örtüsü, peştamal, havlu, iç çamaşırı, elbiselik kumaş gibi eşyalar konulmaktadır.

Nişanlı bohçasına konulanlar her iki tarafın ekonomik durumlarına göre değişir. Kız tarafı erkeğin; erkek tarafı kızın yüzüğünü alır, nişan bohçasını birbirlerine verirler. Söz kesildikten sonra erkek ve kız tarafı özel günlerde birbirlerini ziyaret ederler. Bu ziyaretler esnasında çeşitli hediyeler götürülür. Bazı köylerde Kurban Bayramı’nda kız tarafına koç gönderme âdeti de vardır. Daha önceleri kız, oğlan evine gitmez; ancak oğlan kızın evine giderdi. Bu ziyaret esnasında kızın ailesi, kızı oğlandan gizlemeye çalışırdı. Erkek ve sözlüsü  nişanlılık dönemlerinde ancak kaçamak olarak görüşebilirlerdi.

Nişan yapılacağı akşam, erkek tarafından damadın da aralarında bulunduğu bir grup kız evine gelir. Burada kemençe ile horonlu şenlikler yapılır, silah atılır, sabaha kadar eğlenilir. Bu tür eğlencelerde genç kızlar ve delikanlılar birbirlerine atma türküler söylerlerdi.

 

Nişan yapmaktaki maksat, kız ile oğlanın birbirlerine ait olduğunu duyurmaktır. Eskiden nikah, genelde  gerdek  gecesi kıyılırdı. Fakat nadiren de olsa nikahın nişanda kıyıldığına rastlanırdı. Günümüzde ise dinî nikah nişanda; resmî nikah düğüne yakın zamanda ya da düğün salonlarında, düğün esnasında kıyılmaktadır.

Dinî nikah  ister  nişan gecesinde ister gerdek gecesinde kıyılsın evliliğin tatlı geçmesi için mutlaka tatlı yenir ve şerbet içilirdi. Nikah kıyılmadan önce hazırlanan şerbet, nikah kıyıldıktan sonra törende bulunanlara ikram edilirdi. Bir bardağın yarısını damat, diğer yarısını ise gelin içerdi. Bu şerbetten ayrılan iki bardak şerbet saklanıp gerdek gecesinde gelin ve damada içirilirdi. Bu gelenek bugün de devam etmektedir.

Nişan gerçekleştiği andan itibaren silah sesleri duyulurdu. Nişandan sonra yemek faslı gelirdi. Yemekte günümüzdeki gibi pasta, meyve suyu vs. gibi ikramlar yoktu. Yemek olarak pilav ve komposto ikram edilirdi. Ayrıca ayran, makarna, sütlaç gibi çeşitler de mevcuttu.

Söz esnasında babanın istemiş olduğu bahşiş (başlık parası) o akşam kızın babasına verilirdi. Baba bu parayla kızına eşya, takı gibi şeyleri alırdı. Günümüzde ise başlık parası geleneği kaldırılmıştır.

Nişanda yapılan bütün masraflar kız evi tarafından karşılanır. Nişan için kız ve erkek tarafı birbirlerine hazırladıkları bohçaları verirler. Kıza nişan yüzüğü, bilezik gibi takılar takılır. Nişanda düğün için gerekli her şey konuşulur ve karara bağlanır. Bundan sonra düğün hazırlıkları hızla sürdürülür. Eskiden nişanlılık dönemini uzun tutmazlardı. Bu süre uzarsa anlaşmazlıklar çıkabileceği, dedikodular olabileceğinden endişe edilirdi.

 

            4. Düğün Hazırlıkları

Düğün öncesinde iki ailenin önde gelenleri “ağırlık” (eşya kesme, çeyiz kesme) denilen alışveriş için çarşıya gider. Bu alışverişte gelinin ihtiyacı olan eşyalar alınır. Ayrıca kız ile beraber gelen kızın yakınlarına da hediyeler alınır. Önceleri,söz kesilme esnasında konuşulanlara göre, kızın bütün ailesine de hediyeler  alınırdı.

Bu alışverişte listeye harfiyen uymak zorunluydu. Zira yanlış bir markanın alınması bile bütün hazırlıkları heba edebilmekteydi.

Eski zamanlarda para bulmak oldukça zor olmasına rağmen erkek tarafı istenilen hazırlıkları tamamlamaya çalışırdı. Kız tarafı ise elbise diktirirdi. Bu elbiseler çok önemliydi. Bunların çoğu ipekten olup pahalıydı. Kız tarafı, horasan kuşağı, ipek peştamal, dolaylık (önlük), entari satın alırdı. Bu hazırlıklar genellikle 20 gün sürerdi. Ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra düğünün asıl hazırlıklarına geçilirdi. Yörede düğünler, genellikle güzün ve kışın yapılırdı. Daha çok ekonomik ve toplumsal nedenlerden dolayı böyle yapılırdı. Çay, fındık gibi ürünlerin paraları çoğunlukla bu zamanlarda ele geçerdi. Ayrıca güzün  yaylacıların,kışın da gurbetçilerin eve dönüş zamanlarıdır. Dinî yönden sakıncalı olduğu gerekçesi ile halk iki bayram arasında düğün yapmazdı. Ayrıca Mart ayının dokuzu (Miladî takvim 22 Mart), kurt kızanı (kurtların uluma zamanı) ve Salı günleri uğursuz kabul edildiği için bu günlerde; “gelinin ömrü kısa olur” diye küçük (Şubat) ayında düğün yapılmazdı. Düğünler çoğunlukla Perşembe günleri yapılırdı. Günümüzde ise, çoğunlukla Pazar günü düğün yapılır. Düğünler genellikle üç gündür. İlk gün kızın eşyası gider, ikinci gün “kına gecesi” olur, üçüncü gün ise gelin alınır. Eskiden dördüncü gün de kız tarafından gelen alayın katılmasıyla “cumalık” yapılırdı.

Düğüne davet: Düğünden bir hafta on gün kadar önce ev ev dolaşılarak sözlü olarak yapılırdı. Bu davet esnasında bisküvi ikram edilirdi. Kız ve erkeğin yakın akrabaları  ekmekle; köyün muhtarı ise tavuk ile düğüne davet edilirdi. Kız tarafı daha önceki damatlarını bir tepsi baklava ile davet ederlerdi. Günümüzde ise düğüne davet, ilçe merkezinde büyük ölçüde düğün davetiyesi bastırılarak yapılır; köylerde ise, davetiye bastıranlar olduğu gibi, sözlü çağrı ile yapanlar  da vardır.

Sandık gönderme: Düğünden  önceki   bir hafta içerisinde   kızın çeyizi erkek  tarafından gelenlerle beraber, oğlan evine götürülür. Çeyizi yerleştirmek için kız tarafından birkaç kadın da çeyizle beraber giderdi. Kızın sandığı babanın evinden çıkartılırken kızın kardeşi veya bir yakını sandığa otururdu. Ona bahşiş verilerek sandığın üzerinden kalkması sağlanırdı. Güvey evinde kızın çeyizi, geline verilen bir odada kız tarafından gelen kadınlarca yerleştirilerek sergilenir. Akraba ve komşuları bu sırada gelini odasına bırakırlardı.

                                              

5. Kına Gecesi

 

Önceleri çarşamba günü akşamı, günümüzde ise cumartesi günü akşamı kız evinde  sabaha yakın sona eren “kına gecesi” yapılır. Kına gecesi düğünün en hareketli ve eğlenceli kısmıdır. O gece kızın evine akrabaları, komşuları toplanırlar. Erkek evinden birkaç erkekle birkaç kadın da kız evine gider. Eskiden kına gecesine erkek evinden de kadınlı, erkekli kalabalık bir grup giderdi.

Kına gecesinde çalgılar çalınıp horon ve çifte telli oynanır. Oyun esnasında genellikle kemençe çalınır. (Şayet  kemençe çalacak birisi yoksa teypten kemençe kaseti çalınır) Horona girenler bir kadın bir erkek şeklinde olurlar. Kadınların kendi aralarında, erkeklerin de kendi aralarında  horon oynadıkları  düğünler de yaygındır. Kızın başına kırmızı bir tülbent  örtülerek orta yere getirilir. Gelinle beraber damadın serçe parmağına kına yakıldığı bu gecede, gelinin eline kınayı bir kez evli ve kocası yaşayan bir kadın yakar. Eskiden kıza kına gecesinde bahşiş toplanırdı. Bu gece kızın ailesine ve arkadaşlarına bir veda niteliği taşıdığından kına yakma sırasında  gelini ağlatmak için maniler, türküler ve ilâhîler söylenir:

Kına Gecesinde Gelin Ağlatmak İçin Söylenen Türkü

Ben gidiyorum canım anam yola bakarak

Toplansın bütün komşular kınam yanacak

Gidiyorum canım anam kal güle güle

İnsan evladını anam verur mi ele

Daha gülmez anam kara meğilum

Yarun akşam gelmeyun dostlar burda değil

İşte gidiyorum anam karalar bağla

Işığı sönmüş odamda oturda ağla

Yol bulupta gelemem anam özlesem seni

Dokuz ay gezdurdun anam koyiverdun beni

Yollarım çok uzak anam nerden geleyim

Kader güldürmedi beni nasıl güleyim

İşte gidiyorum anam ev size kalsın

Doğan kız evlatlarını Allah’ım alsın

Dışarıya çıkma anam yel yıkar seni

Erkek oğlun olsam anam vermezdun beni

Kaldurdun eteğumi anam koydun belume

Kızkardeşum yok ki anam koysun yerime

Yakın olsam bile anam çoktur yokuşum

Küçük yaştan beri anam yuvasız kuşum

Saçumun telleri anam çok çok incedur

Benum burada kalacağum sırf bu gecedur

Artık gidiyorum anam yüküm çok ağır

Mezara inerken anam beni de bağır

Gidiyorum canım anam daha gülemem

Hasta olsan bile anam geri dönemem

Çıktım dağ başına anam çıran yanmadi

Döndüm baktum etrafuma kimsem kalmadi

Çıkarsun kapiya anam kaldi izlerum

Tey yolla anam peşume yoli gözlerum

Gülmek benden uzak anam dert duruyorum

Ananuzdan sade ben mi ayrılıyorum

Sana da gel derdum anam yol bilmezsun

Perdesi çekuk odama kimse girmesun

Dağlarun karından anam daha serinum

Bundan sonra canım anam misafirinim

Uzak olsa bekle tez biter yollar

Hakkınızı helal edin tüm komşular

Ayrılıyorum evimden yaram çok derun

Yatağımla yorganumi camiye verun.

 

Ayrıca  horona katılan  genç kız  ve  erkekler  birbirlerine atma türkü  atarlardı.

 

Kız tarafı:

İste beni babamdan,

Bakalım ne diyecek,

Eğer Müslüman ise,

Beni sana verecek.

 

Erkek tarafı:

Yavrum saçların sarı

Anan kocakarı

Ananı razı eyle

Bende babanı.

 

Kız tarafı:

Değirmenun oluği,

Tikinedur  tikine,

Çok açma ağzuni,

Sıçan düşer içine.

 

Erkek tarafı:

Elume çifte kürek,

Karuşturdum furuni,

Çok açma ağzuni ,

Kırarım muncuruni.

 

Kız tarafı:

Sen karşıda ben beri,

Atma diyelum atma,

Senun türkileruni,

Benim türkülerume katma.

 

Erkek tarafı:

Öyle sözler diyorsun,                                                                       

Hepisi ağlamakluk.

Sizin köyün kızları,

Ahıra  bağlamakluk.

 

Kız tarafı:

Bizum yayla yakındır.

Gül menekşe bol olur.

Bizim sulardan içen,

Biz gibi güzel olur.

 

Kınaya, erkek tarafından gelen kişilere  “saysanacı” denir. Yemekten sonra  kemençe çalınır, karma horon oynanır. Türkü atışmaları olur. Kemençeci, kemençe çalarken, çalmayı aniden durdurur. Buna “kemençe bayıldı” denir. Kemençeci bahşiş almadan kemençe çalmaya başlamaz.                                        

6. Düğün

Düğün, kına gecesinden bir gün sonra yapılır. Erkek evinde hazırlıklar tamamlanır. Bunların başında yemek pişirme  ve ev temizliği gelir.

Davetliler, gelin almaya gitmek için saat  dokuzdan itibaren oğlan evinde toplanmaya başlarlar. Davetlilere yemek ikram edilir. Düğünler genellikle içkisiz olur. Bazı köylerde mevlitli ve ilahili  olur. Nadiren de olsa içki içilen düğünler de vardır. Ancak düğün sahibi açıktan böyle bir ikramda bulunmaz. Bazı salon düğünlerinde içki  ikram edilir. Salon düğünlerinde kemence çalınıp horon oynanır  ve müzik eşliğinde dans edilir. İlçe merkezinde mevlitli ve sohbetli salon düğünlerine de rastlandığı olur

Köyde yapılan düğünlerde ise gelen davetlilere  10.00-13.00 saatleri arası yemek verilir. Eskiden düğün yemeği şu şekilde olurdu: İlk önce aşçı çağırılırdı. Aşçıya üç gün öncesinden haber verilirdi. Yemek malzemelerini erkek tarafı temin ederdi. Bir gün bir gece sabaha kadar yemek pişerdi. Tatlılar da üç gün öncesinden yapılırdı. Yemeklerde genellikle baş köşe “yağlı-ballı” adı verilen yemeğindi. Bu yemek, kabuksuz ve öğütülmüş buğdaydan yapılırdı. Buğday üç kuvvetli genç tarafından sabaha dek vurulurdu (dövülürdü). Hamur haline getirilmiş olan yemeğin hazırlanışı öz olarak bu idi. Düğünde isteğe göre üzerine bal, yağ serpiştirilerek servis yapılırdı. Zaten adı da buradan gelmektedir.

 Ayrıca düğünlerde şekerle unu suda iyice pişirip üzerine eritilmiş yağ dökerlerdi buna “balüze” denir. İyice pişirilmiş, dövülmüş buğdayın üzerine yağ döküp servis yapılırdı. Buna da “herse” adı verilir. Bundan başka dövülmüş ve iyice pişirilmiş olan buğday sahanlara konulur, bunların üzerine yağda kavrulmuş soğan dökülürdü. Bunların yanı sıra hoşaf, kuru fasulye, pilav, sarma vb. yemekler de yapılırdı.

Günümüzün düğünlerinde genellikle çorba, pilav üstü döner, ayran, baklava ikram edilmektedir. Zenginlerin  düğünlerinde ise inek ve koyunlar kesilip kavurma yapılır, pilavla birlikte konuklara ikram edilir. Düğünlerde yemek çeşitlerinin fazla olmasına özen gösterilir. Düğünün zenginliği  ona göre değerlendirilir.

Öğle namazından sonra gelin almaya gidilir. Önceleri gelin almaya atlarla gidilirdi. Atın beyaz renkte olması çok önemliydi. Gelin beyaz giysili olduğu için atın da beyaz olmasına önem verilirdi. Gelin atı renkli yazmalarla süslenirdi.

 

   7. Gelin Alma

Erkekler önde kadınlar arkada davul, zurna, kemençe eşliğinde düğün alayı gelini almak için yola koyulur. Oğlan evinden çıkan kadınlı erkekli gelin alıcılar silah atarak kız evine yaklaşırlar. Kız evine gelindiğinde silah sesleri artar. Düğün alayı kız evinde, kız tarafının ileri gelenlerince karşılanır. Gelin alıcı çok uzaktan gelirse onlara yemek verilirdi. Bazı köylerde kız almaya gelenler, kız evinin bahçesindeki bir ağacın dalına yumurta  bağlar, sonra da ipin ucuna bağlanan yumurtayı tüfek veya tabanca ile kırarlardı. Sonra da gelin kız alınırdı

Günümüzde ilçe merkezi ve bütün köylerde gelin almaya araba konvoyu ile gidilmektedir. Erkek evine davetliler ya kendi arabaları ile ya da hususi araba tutarak gelmektedir. Yemekten sonra konvoy halinde topluca kız evine gidilir.

Gelin arabası süslenir. Düğün sabahında gelin, oğlan tarafından gelen bir araba ile kuaföre götürülür. Düğün alıcı gelmeden önce gelin hazırlanır. Gelin genellikle gelinlik giyer. Eskiden gelinlik yerine elbise giyilirmiş. Nadir de olsa bazı köylerde çarşaf giydiği de olur. Düğün günü damada  “damat tıraşı” yapılır.

Gelini kız evinden almak için, damat evinden kız evine kadar yarış yapılır. Kızın evine ilk giden araba, kız evinde hazırlanmış olan bir tepsi baklavayı alır.

Gelin, evden kayın-peder veya büyük kayın tarafından, gelini hazırlayana bahşiş verilerek, çıkartılır. Buna “baş bağlama parası “adı verilir. Gelin evden çıkarken koluna iki kadın girer. Bu kadınlardan biri erkek tarafından olur. Kapı önüne getirilen gelin orada bir müddet bekletilir. Kızın erkek kardeşi veya bir yakını kapıyı silah veya bıçak ile keser. “Kapı parası” denilen bahşiş alınmadan gelinin kapıdan dışarı çıkartılmasına izin verilmez. Ayrıca bahşiş olarak damat tarafından kız tarafının erkeklerine bir koç veya bir koç parası verilir.

Gelin, ata amcası veya dayısı tarafından bindirilir. İki havluyu birbirine bağlar atın boynuna asarlar. Gelinin bacaklarını kimse görmesin diye ayaklarının üzerine peştamal örtülürdü. Peşinden gelen iki, üç kadın da at ile alınırdı. Atlar erkek evi tarafından gönderilirdi.

Gelin, babasının evinden  çıkarken damat tarafından gelenler, evin saçaklarını kurşun yağmuruna tutarlar. Bazen saçağın düştüğü de olurdu. Günümüzde gelinin peşinden gelenler için oğlan evi tarafından araba gönderilmektedir .Kız evinden gelenler gelini yeni evine yerleştirirler ve orada düğün yemeği yerler. Damat kimi zaman gelini almaya gider, kimi zaman da gelini evin önünde karşılayıp arabadan indirirdi. Gelin alayı, geri dönerken kızın tarafından olan gençler arabanın önünü keser ve bahşiş isterler. Buna yol kesme denir. Bahşiş miktarında anlaşamazlarsa iş kavgaya kadar varabilir. Çoğu zaman erkek tarafı çabucak anlayış gösterir, gerekli bahşişi vererek yolun açılmasını sağlar. 

Gelin, babasının evinden çıkartıldıktan sonra düğüncü giden arabalardan damadın evine ilk gelen arabaya bir sini baklava verilir. Bunun nedeni gelinin evinden çıktığı ve gelmek üzere olduğunun müjdelenmiş olmasıdır.

Gelin alayı oğlan evine geldikten sonra gelenek gereği bolca mermi atılır. Bu gelenek son zamanlarda tehlikeli ve pahalı olduğu gerekçesiyle kaldırıldı.

Her damadın ve gelinin gerdek gecesi hakkında bilgi veren bir sağdıcı vardır. Damadın  sağdıcı  genelde evli olan amca oğlu veya yakın bir arkadaşıdır. Sağdıç,  damadın arkadaşları  tarafından kaçırılmasına engel olmak için damadın yanından hiç ayrılmaz. Damadın nerede olduğunu yalnızca o bilir. Şayet damat kaçırılırsa bahşiş karşılığında serbest bırakılır. Damadın sağdıcına “babalık” kıza yol gösterene ise “analık” denir. Evli olmayan kişilerden sağdıc yapılmaz.

8. Gelin Eve Geldiğinde Yapılan Uygulamalar

Damat, gelini almaya kızın babasının evine gitmemiş ise, gelini kapıda karşılar ve arabadan indirir. Gelin eve girerken kayınvalidesi tarafından başından aşağı arpa,fındık,ceviz,bozuk para ve şeker dökülür. Yine gelin eve girerken ayağının altında bardak kırdırılır. Gelinin başından aşağı dökülenler gelinin bolluk ve bereket getirmesi; ayağının altında kırdırılan bardak ise doğabilecek  uğursuzluk ve anlaşmazlıkların giderilmesi içindir.

Gelin, eve girdikten sonra damatla beraber yüksek bir yere çıkartılarak  para takma ve hediye merasimine geçilir. Gelin ve damada bu esnada para ve altın takılır. Kimin ne hediye taktığı ortacı denilen görevli biri tarafından  duyurulur.

Kız erkeğin evine girerken kız evinden gelenler kıza bir bakır kap verilmesini isterler. Kabı kızın eline verirler. Yemek yapmayı sevsin diye gelini mutfağa oturturlar.

Önceleri gelin eve girerken ahırda bulunan bir hayvanın bağı getirilip kaynana tarafından geline verilirdi. Bağı getirilen hayvan gelinin  olurdu.

Gelin eve gelince yeni nikahlılar kırk gün eve alınmazdı. Yeni nikahlının gelini basacağı ve gelinin çocuğu olmayacağına inanılırdı. Kızın bir erkek akrabası  gelinin yanına oturur ve gelinin kucağına tabanca koyardı. Damadın tarafından biri onun cebine para kor, o da tabancayı alıp kalkardı. Daha sonra gelinin erkek çocuk doğurması için kucağına bir erkek çocuk konurdu. Gelin de  çocuğun başına bir mendil koyar ve çocuğu kucağından alırlardı. Sonra gelin bir odaya alınır, kaynana tarafından yüzü açıldıktan sonra bahşiş verilir ve yüzü tekrar kapatılırdı. Gelin yüzü kapalı olarak otururdu.

Gelin hediye takanlara çeyizinden tülbent, mendil, oya gibi şeyler verir. Takı merasiminin bitiminden sonra düğüncüler dağılırlardı. Eve çağırılan imam, imam nikahını kıyar. Nikahta şerbet dağıtılır. Bu şerbetten gelin ve damada içirirler. Şerbet içirildikten sonra gelin damadın ayağına basarsa evde gelinin sözü geçeceği inancı yaygındır. Şerbet içildikten sora düğün merasimi tamamlanmış olur.

Damat, gerdek zamanına kadar sağdıcın koruması altında başka bir yerde kalır. Yatsı namazından sonra gerdeğe girilir. Gerdek  gecesi ev boşaltılarak damat ile gelin yalnız bırakılır. Damat geline yüz görümlüğü takarak yüzünü açar. Gelinle damat iki rekat nafile namazı kılarlar.

9. Cumalık

Ertesi sabah “cumalık” günüdür. Sabahleyin gelin kayınpederinin, kaynanasının ve evdeki büyüklerin elini öper. Bu esnada ona bahşiş verilir.

 “Cumalık” adı verilen geleneğe göre kız tarafından bir grup, damadın evine gelir. Gelin o gün tekrar tellenip duvaklanarak bir yere oturur, hısım, akraba ve köy halkı gelini görmeye gelirdi. Misafirlerin yanına çağrılan damat, iki arkadaşı ile birlikte misafirlerin yanına gider. Arkadaşları, damada yapılabilecek şakalardan korumaya çalışırlar. Damat hazırlanan sandalyeye oturur, baldız ve enişteye, iki arkadaşına da birer mendil verilir. Damat bir zarfın içine koyduğu parayı sandalyenin üzerine bırakarak  oradan ayrılırdı. Bundan sonra misafirler müzik eşliğinde eğlenirlerdi.

Gerdek gecesindeki çarşaf sabahleyin “alay” adı verilen grupla gelinin yakınlarına gösterilir. Çarşaf göstermenin amacı bekaretin sağlamlığını ifade etmektir. Bazen gerdek sabahı damadın beyaz gömlek giymesi gerdek gecesinde bir sorun olmadığını ifade etmek içindir. Kız bakire çıkmamış ise sabahleyin baba evine gönderilirdi.

Cumalık günü eğlence sırasında atma türküler atılırdı. Eğer alay kalabalık gelmişse onlara şöyle bir türkü atılırdı:

 

Alaylar fazla geldiniz

Hepiniz hoş geldiniz

Birer birer baş olunmaz

            Hepiniz hoş geldiniz

 

Gelin tarafıyla damat tarafı atışır, damat tarafı gelin alayını alt etmek için şöyle söylerdi:

 

Bizim derenin başı 

Sizin dereye karşı

Ya bakın kızınıza

 Islak değil mi başı.

 

Günümüzde “cumalık” denilen bir âdet yoktur. Hısım, akraba ve komşular geline bakmaya ve hediye getirmeye sonraki günlerde giderler. Bu esnada herhangi bir şenlik düzenlemezler. Cumalık günü kız, erkek horon eder ve türkü atışırlar.    

 

Erkek:

Pencere kanat kanat,

E kız odanı donat.

Ben bilmeyidum oni,

Var idi sağa inat.

Kız:               

Pembe giyerum pembe,

Pembe yakışır gence.

İnsan bir hoş oliyi,

Sevduğuni görünce.

Erkek:                       

Gel gidelum ormana,

Edelum kız ifteri.

Aldun aklumi aldun,

Dönemeyirum geri.

Kız:             

Gel gidelum ormana,

Edelum kuru odun

Odun değil merağum,

Seni kalbime kodum

 

10. Yedileme

Düğünden üç yada yedi gün sonra kızın anne ve babası yeni evlileri yemeğe çağırırlar. Bu çağrı genellikle evliliğin yedinci gününe  rastladığı için adına yedileme denir. Yedilemeye damat, gelin - varsa kayın  veya görümce- ve gençler katılır. Bu ziyaret genellikle akşam saatlerinde olur. Sağdıcın da çağrıldığı olur. Damadı çağırma işlemi mutlaka bir sini baklavayla yapılır.

Düğün günü eğer gelin at ile alınıyorsa yedilemede  de kız tarafı damat ile kızlarını aldırtmak için  at gönderirdi. Günümüzde atın yerini otomobil almıştır. Damat önde, gelin arkada eve girilir. Damat, kayınpederinin ve kaynanasının elini öper. Yemeğe geçilmeden önce baldız veya gelinin bir yakını damadın eline su döker, bunun karşılığında damattan bahşiş alır. Damadın önüne bir sini baklava konur, damat o siniye para atar. Atılan para az bulunursa sini döndürülür. Güvey tekrar siniye para atarak siniden baklava alır ve yemek yenilir.

Başka bir usûl de baklavayı getiren baldız eline bıçak alır; fakat baklavayı kesmez. “Bıçak kesmeyi”der. Baldız bahşişi aldıktan sonra baklava kesilir ve yenir.

Davetlilerin o gece kızın babasının evinden çanak, kaşık, çatal duvardaki tablo gibi küçük eşyaları çalması âdettir. Bunu sezdirmeden yapabilmeleri başarı sayılırdı. Ev sahibi  uyanık davranıp eşyaların çalınmasına engel olmaya çalışır. Bütün dikkate karşı yine de çalınabilmiş bir eşya olursa evden giderlerken eşya üzerinde çıkarılan seslerle evden hangi eşyanın çalındığı duyurulur. Mesela tabak çalınmışsa içine kaşıkla vurularak sesler çıkartılır. Çalınan eşyalar çalabilenlere kalır iade edilmez.

Kız tarafı, güveyin ayakkabılarını çalar ve içlerine yumurta koyar. Buna engel olmak için güveyin ayakkabıları koruma altına alınır. Ayakkabılar çalındığında bahşiş karşılığında geri verilir. Güveyin çayına tuz, biber katılır. Sohbet edildikten sonra güvey tarafı geri döner. Bütün bunlar yedileme gününe neşe ve heyecan katmak için ve eğlence kabilinden yapılan işlerdir. Yine enişteyi koltuğa dikme, ayağından tavana asma gibi eğlencelerle vakit geçirilirdi. Bu eğlencede söylenen atma türküler:

Ayrıca “sekizleme ya da onbeşleme” adını verdiğimiz bir adet de gelinin kına gecesinden sonra ilk kez babasının evinde kaldığı gündür. Bu adetin amacı el öptürmek, damadı kız babası tarafına alıştırmaktır

 

B. ASKERLİK VE ASKERE UĞURLAMA

İnsan hayatının önemli geçiş devreleri vardır; Sünnet, askerlik, evlilik gibi. Anadolu’nun her yöresinde olduğu gibi Of’ta da bir genç erişkin olduktan sonra, askere gider. Askere gitmeyen erkeği adamdan saymazlar. Kız da vermezler. Bu yüzden askere gitmek bir genç için iki yönden önem kazanır: Birincisi vatan borcunu ödemek, ikincisi ise yeni bir hayata başlamak ve yuva kurmak.

Of’ta askere gitmeyen gencin sorumluluk duygusunun gelişmediği inancı kuvvetlidir. Evlilik gibi ‘sorumluluk’ isteyen bir kurumun ve iş sahibi olmanın görev ve sorumluluğunu üstlenecek bir duruma gelmesi için gencin, askerliğin zor koşullarına dayanması ve olgunlaşması gerekir. Duygu ve düşüncelerini manilerde dile getiren Karadeniz insanı bu konuda duygularını şöyle ifade eder:

 

Bahçelerde domata,

Ondan olur salata.

Koyver gitsin askere,

Akıllansın kerata

 

Türk insanı için askerlik büyük önem taşır. Oflu gençler de zamanı gelince seve seve giderler askere. Askere alınması mümkün olmayan özürlü gençler bile özürlerini gizlerler. Çünkü köyünde aşağılanmaktansa askerliğin şartlarına dayanmak daha kolay gelir. Of’ta gençler bu kutsal görevi  yerine getirirken korku, endişe duymazlar. Güle oynaya giderler baba ocağından asker ocağına . Ayrılığın hüznüyle  dolu bir yürekle askere giderler. Çünkü sevdiklerinden ayrılmak çok zordur. Hele gönlünde bir de yâri olursa ...

 

Gideyirum askere.

Askerim alay alay,

Dua eyleyin kızlar,

Askerlik olsun kolay.

 

Çömber çömber üstüne,

Çömber bağlamaz mısın?

Askere gider yarin,

E kız ağlamaz mısın?

 

Askere giden gencin sevdiği de ayrılış üzüntüsü içindedir:

 

Önümdeki dolaylığı,

Çözüp bağlayacağum.

Yârim gitti askere.

Nasıl ağlayacağum.

 

Asker olacak genç, anne, babasının kıymetini daha çok hisseder. Askere gidip de dönmemek, dönüp de sevdiklerini görememek vardır.

 

Gideyirum askere.

Anamlan babam eve,

Gidip de dönmemek var.

Hakkını helâl eyle.

 

Bir kurşun atacağum

Kurşun kayalarına

Hiç bakamam bakamam

Asker sevdalarına.

 

 

Of’ta askere gidecek gençler haftalar öncesinden akraba, eş, dost ziyaretleri yaparlar. Ziyaret ettikleri kişilerden hayır dualar alırlar. Akraba, eş, dost da askere gidecek gençlerin evlerine gelir, anasına teselli verirler, dertleşirler. Gelen konuklara çay, kahve şerbet ikram edilir. Asker valizi yerleştirilir. Gurur, ayrılık, hüznünün yaşandığı gecenin sabahı ayrılık vaktidir.       

Askere gidecek gençler bir gece öncesinden toplanıp  eğlence düzenlerler. Eğlenceleri sabaha kadar sürer. Askerlik üzerine konuşulur, fıkralar anlatılır, türküler söylenir. Köyün ya da ilçenin Merkez Camii’nde mevlit okutulur, ilahiler söylenir, dualar edilir. Askere gidecek gençlerin adları okunur, kimin oğlu oldukları söylenir.

Asker adayları ertesi gün köyün veya ilçenin meydanında toplanırlar. Kemençe çalınır, gençler horon teper. Silahlar atılır. Analar ve asker yakınları ağıtlar yakıp türküler söylerler. Gitme vakti geldiğinde helâlleşilir, vedalaşılır. Duygular manilere dökülür:

 

 

Gideyirum askere.

Mendili sere sere,

Anam benim için,

Çok çok dualar eyle

 

 

Gözyaşları içerisindeki analar, bacılarla helâlleşmek asker için en zorudur. Askerler, kendilerini tutmaya çalışan babaları ile vedalaştıktan, yakınlarının hayır dua ve iyi niyetli  dileklerini aldıktan sonra yola koyulurlar. Sevdalı olan gençler için ayrılık daha zordur.

 

 

Gece gezerum gece.

Gelir bağa gün gibi.

Yârum vurur akluma,

Bilduğun tütün gibi.

 

 

Askerler, bayraklarla donatılmış arabalarla şehir turu yaparlar. Kornalar çalınır. Anneler  ‘tez dönsün  veya kazasız belasız yerine ulaşsın’ diye oğullarının ardından su dökerler. Askerler böylece yola koyulmuş olur.

Asker ocağında sıla özlemi çok yoğundur. Askerin köyü, evi, anası, babası, sevdiği burnunda tüter. Mektubunda en önemsiz şeylerden bile haber sorar.

Askere gidişte olduğu gibi askerlerin gelişlerinde de şenlikler yapılır. Silahlar atılır. Babalar, oğullarını gururla bağırlarına basarlar; anneler gözyaşları dökerler. Kıvanç ve mutluluk bir arada yaşanır. Yakınları askerden gelenleri tatlı, börek yaparak ziyarete giderler.

 

 

                                        C. SÜNNET DÜĞÜNÜ

Sünnet, ilçede genellikle çocukların küçük yaşlarda olduğu zamanlarda yapılır. Bu yaşlarda sünnet daha kolaydır. Altı aylık  ile bir buçuk yaş arasında sünnet olayı çok yaygındır. Eskiden ehliyetsiz sünnetçiler köy  köy gezerek sünnet yaparlardı. Tabii ki bu olumsuz sonuçlar da doğururdu. Şimdilerde ise sağlık ocağında ehil sünnetçiye sünnet yaptırılır.

Sünnet yapılmadan bir gün önce hazırlıklar yapılır. Sünnet kıyafetleri alınır. Çocuğun yatağı hazırlanır. Süslenir. Yemekler, tatlılar yapılır. Ertesi gün, sünnetten önce küçük çapta  şarkılar, türküler söylenir. Çocuğun morali yükseltilir. Oyunlar oynanır. Sünnet işlemi bittikten sonra sünnet pastası kesilir. Yemekler, tatlılar yenir. Daha sonra sünnet olan çocuğa Kur’an-ı Kerim okunur. Her aile sünnet düğünü yapmayabilir. Sadece Kur’an-ı Kerim okutup dua edenler de olur.

 

 

                                                 BAZI YÖRESEL İNANIŞLAR

 

1-          Nazar değmemesi için mavi ve yeşil nazar boncuğu takılır.

2-          Kurşun, civa gibi maddeler taşınır.

3-          Hocalara su okutturulur ve o sudan içilir.

4-          Nazar değmesinden önce veya sonra hocalara muska yaptırılır.

5-          Nazar değmesinden korkulan evin görünen bir yerine inek veya koyun kellesi, deniz salyangozu veya at nalı asılır.

6-          Evin girişine acı biber, sarımsak veya bir naylona sarılı tavuk pisliği asılır.

7-          Çocukların burnuna ve kulak arkasına kömür karası sürülür.

8-          Kimin nazarı değdiğinden şüphe edilirse, onun elbisesinden gizlice bir parça kesilerek yakılır. Nazar değen kişiye tütsü yapılır.

9-          Hayvanları nazardan korumak için iki boynuzu arasına bir dizi mavi boncuk takılır.

10-      Atların koşum takımları mavi boncuklarla süslenir.

11-      Arabalara ve insanlara fındık kabuğunun içerisine sıkıştırılmış civanın yanısıra birbirine yapışık fındık ve cevizler takılır.

12-      Çocukları nazardan korumak için çocuklara açık renkli elbiseler giydirilmez.

13-      Nazar değmesinden sonra 7 Ayet-el Kürsi, üç Ihlas, bir Fatiha, Felak ve Nas sureleri üçer defa okunarak her okuyuşta, nazar değen kimseye üflenir. Bu işlem yapıldıktan sonra okunan kimseye hafifçe tükürülerek, “dağlara, taşlara, kimin gözü var ise, gözüne yılan kılçığı, Allah şifalar versin, nazardan korusun” denir.

14-      Nazar değen hayvanlara okunmuş ekmek ve tuz yedirilir.

15-      Nazar değene kurşun döktürülür.

16-      Tuz kavrulup nazar değenin başından aşağı dökülür.

17-      Çocukların elbiselerine ve beşiklerine Maaşallah yazısı asılır.

18-      Birtakım inanç ve gelenekler en eski çağların manevi kültür kalıntılarını adeta insan ruhunun derinliklerinde sürükleyerek günümüze getirmiştir. Nazarlıklar ve bununla ilgili pratikler muska ve tılsımların kaynağı, putperestliğin en ilkel şekli olan fetiş olarak kabul edilmektedir. Nazara karşı kullanılan nazarlıkların günümüzde süs eşyası ve bir nevi uğurlu kabul edilmesi eski inançların izleri olarak sürmekte, majik öz taşıyan ve mücevhere dönüşenlerin ise prestij sağladıklarına inanılması sebebiyle takıldığı görülmektedir. İslamiyet’te nazar ve şeytan vesvesesine karşı en güçlü önlem, Kur’an-ı Kerim okumaktır. Bunun dışındaki uygulamalar olan nazarlık, nazar boncuğu ve diğerlerini Islam reddetmekte ve meşru görmemektedir

19-    Mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte nazar veya göz değmesi sonucunda bazı olumsuz etkilerin meydana gelmesi dinen kabul edilmektedir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de “.... inkar edenler Kur’an’ı dinlediklerinde nerdeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi.” buyrulmaktadır. Hz. Aişe (R.A)’ın naklettiği bir Hadis-i Şerif’te ise Hz. Peygamber (S.A.V) “Nazardan Allah’a sığının. Çünkü nazar (gözdeğmesi) haktır, dediği rivayet olunur.

20-    Resulullah (S.A.V.)’ın nazar değmesine karşı Ayet’el –Kürsi ile ihlas ve Muavezeteyn (Nas-Felak) surelerini okuduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye buyurduğu rivayet edilmektedir.”

 

 

Uğur ve Uğursuzluk

Bütün dünya insanları doğru, yanlış, bir takım saplantılardan, inanışlardan kendilerini kurtaramazlar. Bu en aydın bildiğimiz kimselerde bile vardır. İnsanların tek tek olduğu gibi bir de topluca inandıkları bazı müşterek inançlar vardır. Kimi toplumlarda bu inançlar öylesine yerleşmiş, kök salmıştır ki ne denli uğraşılırsa uğraşılsın, onların kafasından bunları söküp atmak kolay değildir. Of ilçesinde eskiden olduğu gibi günümüzde de yaşayan bu tip inanışlar vardır. Halkımız birtakım şeyleri uğurlu ve uğursuz kabul etmekte, hayatında onlara önemli bir yer vermektedir. Bu inanışların bazıları şu şekildedir:

 

 

1- Yanan evin yerine yeniden ev yapılmaz.

2- Vakıf arazisine, mezarlıklara ev yapılmaz.

3- Soyu tükenen ocağa ev yapılmaz.

4- Ziyaret yerlerine konulan suyun evin harcına katılması uğurlu sayılır ve evin sağlam    olacağına inanılır.

5- Evin temelleri dökülürken temellere madeni para atılır.

6- Boş beşik sallanırsa çocuğun öleceğine inanılır.

7- Çocuğun üstünden geçen geri dönüp tekrar geçmezse çocuğun büyümesi durur.

8- Küçük çocuk eğilip ayakların arasından geriye doğru bakarsa misafir gelecektir.

9- Süpürgeyle dövülen çocuk büyümez.

10- Çıkan diş çatıya atılırsa yerine bitecek diş sağlam olur.

11- Salı ve Cuma günleri çamaşır yıkamak uğursuzluk sayılır.

12- Salı günleri yola çıkılmaz.

13- Salı günü yıkanan cenazeye kabir azabı yoktur. Bunun için Pazartesi ölen salı günü yıkanarak defnedilir.

14- Pazartesi uğurlu gündür. Çünkü peygamberimiz Pazartesi doğmuş ve Pazartesi hicret etmiştir.

15- Tek sayılar uğurlu, çift sayılar uğursuzdur.

16- Kırklanmış ineğin süt veya yoğurduğunu birine verirken nazar değmesin diye süt veya yoğurdun üzerine kömür konulur.

17- Çocuğun burnuna veya kulağının arkasına kömür sürülürse nazar olmaz.

18- Kötü bir şey duyulduğu zaman kulak çekilerek tahtaya vurulur. Böylece kötülükler tahtaya geçer.

19- Sol kulak çınlarsa uğursuz, sağ kulak çınlarsa uğurlu sayılır.

20- Göz seyirdiği zaman bir yakını ölür.

21- Gözler durgunlaşınca misafir gelir.

22- Sağ elin içi kaşınırsa para gelecek, sol elin için kaşınırsa cepten para çıkacak demektir.

23- Sol burun deliğinin kaşınması aleyhinde konuşulduğuna, sağın kaşınması veya aksırması lehinde konuşulduğuna yorumlanır.

24- Ayakların altı kaşınırsa yolculuğa çıkılacaktır.

25- Çorapla yatılması uğursuzluktur.

26- Eve sağ ayakla girilir.

27- Köpek uluması ölü çağırır.

28- Ateş için kurulan sacayağına oturan hamile kadın çocuğunu doğuramaz.

29- İnsanın elinden kaşık, ağzından ekmek düşerse soyundan bir aç var demektir.

30- Hamur yoğururken hamurun tekneden dışarı sıçramaması misafirin geleceğini gösterir.

31- Kolların göğüste bağlanması öksüz ve yetim kalmamaya yol açar.

32- Gelin, geldiği ilk gün iş yaparsa işi hiç bitmez.

33- Saçayak ateşte boş durursa ölü suyu bekler.

34- Mezara parmakla işaret edilmez. Şayet farkında olmadan işaret edilirse parmak hemen hafifçe ısırılır, aksi taktirde parmağın çürüyeceğine inanılır.

35- İncir ağacından düşen erken ölür.

36- Deprem anından herhangi bir rahatsızlık meydana gelirse o hayat boyu devam eder.

37- Sabah evden çıktıktan sonra uğursuz olduğuna inanılan kimse önüne çıkarsa işler ters gider.

38- Ay kesiminde ekin ekilmez, biçilmez, ekinlerin çürüyeceğine ve bitmeyeceğine inanılır.

39- Akşamleyin bir yerden atlanmaz.

40- Akşamleyin incir ağacının altına oturulmaz.

41- Gece tırnak kesenin ömrü kısalır.

42- Gece aynaya bakmak uğursuzluk getirir.

43- Kalandarın birinden (yani Ocak – 14) başkasının evine girilmez.

44- Kalandarın ilk günü erken kalkılır. Ekmeğin üzerine biraz tereyağı sürülüp su oluğunun üzerine konulur. Bu esnada yılbaşı suyu ile güğüm doldurulur ve eve gelinir. Bu sudan evin her köşesine serpilir, bu şekilde hastalıkların defedileceğine ve eve bereket gireceğine inanılır.

45- Yine kalandarın ilk günü ahıra inilir, buzağı getirilip eve sokulur. Buzağının eve sağ ayağı ile girmesi sağlanır. Eve sokulduktan sonra yemi verilir ve ahıra geri götürülür. Buzağı sağ ayağı ile girerse o sene uğurlu, sol ayağı ile girerse o sene uğursuz olduğuna inanılır.

46- Ağustosun 7’sinde (eski ay) tarlaya girilmez. Girenin vücudu benek benek olur.

47- Gece ıslık çalınmaz.

48- Akşamleyin sakız çiğneyen ölü eti çiğner.

49- Geceleyin kapılar ve saçak altları süpürülmez, evin tozu dışarı atılmaz.

50- Evlere ve dükkanlara karınca duası, çeşitli ayetlerin yazılı olduğu levhalar asılır.

51- Karınca dışarıdan eve bir şey getirirse uğurlu, içeriden dışarı götürürse uğursuz kabul edilir.

52- Uğur böceği ve kirpi uğurlu kabul edilir.

53- Gurbete ve askere gidenin peşinden su dökülürse sağ salim ve tez gelir.

54- Sıcak ekmeğin bıçak ile kesilmesi iyi karşılanmaz.

55- Bilmeyerek bıçak üstüne oturan kadın erkek doğurur.

56- Siftah parasını besmele çekerek sakalına ya da çenesine sürüp kasaya koyması ve dolmuşçunun arabasına binince siftah maksadıyla para koyması bereket getirir.

57- Evden çıkarken sağ ayakla çıkılır ve Ayet’el Kürsi okunarak her tarafa üflenir.

58- Akşamdan sonra köpeğin duvarında uluduğu evde ölü  yada felaket olacağına inanılır.

Halkımız arasında bazı kuşların ötmesi, bazı hayvanların uluması çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır. Bunlardan kimisi uğurlu, kimisi uğursuz, kimisi de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir. Oysa İslam esaslarına göre bu tür inançların tümü batıldır. Hurafe inancıdır. Buna rağmen halkımızdan pek çok kişi bunlara inanır.

Halk inanmalarında ölümü önceden haber verdiği sayılan belirtiler arasında hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer tutar. Hayvanların insanlarda bulunmayan kimi yeteneklere, sezişlere sahip olmaları, biçimsel özellikleri, uğurlu ya da uğursuz sayılmaları bu tür inanmaların oluşmasında ve evrensel bir çizgiye erişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Evcil ve yabani hayvanların ötüşleri, ulumaları, kişnemeleri, böğürmeleri, belli hareketleri, uçuş yönleri, alışılmışın dışındaki davranışları, yaklaşan bir ölümün ön belirtileri ve işareti olarak yorumlanmaktadır.

 

-       Güneş batarken uyumak ömrü kısaltır.

-       Bebek yaştaki çocukların boyunu ölçmek iyi değildir, uzamaz.

-       Akşamdan sonra kapı eşiğinde oturmak iyi değildir.

-       Soğan, sarımsak, elma kabuğu yakmak fakirlik ve bereketsizliğe işarettir.

-       İnsan üstünde düğme, yırtık dikmek uğursuzluktur.

-       Çocuğun üzerinden geçen kişi tekrar geri geçmezse çocuğun boyunun uzaması durur.

-       Çocuğu olmayan kişi gökkuşağının altından geçerse çocuğu olurmuş.

-       İki kadın arasından geçtin mi işin rast gitmez.

-       Şubat ayında düğün yapılmaz. Çünkü evlenenlerin ömrü kara olur.

-       Ev süpürürken süpürge başkasına vurursa o kişi büyümez, büyümesi için süpürgeye tükürmesi gerekir.

-       Köpek eve girince melekler eve girmez.

-       Ay tutulduğu zaman ayı cinlerin bastığına, ayın eziyet çektiğine inanıldığı için silah atılır, dua edilir.

-       Gece yıldız saymak iyi değildir. Sayanların elinde kabarık (Kopça) çıkar.

-       Badi bağırması uğursuzluktur.

-       Kulakları büyük olan çok yaşar.

-       Sabah erkenden kapıyı açmak iyidir. Nimetleri içeri çağırmakmış.

-       Gece yürürken arkaya bakmak iyi değilmiş. Sebebi insanlara hayaletler görünürmüş.

-       Bir kişinin evinden gizli tuz alıp elindeki kopçaya sürerse kopça gidermiş.

-       Yeni  doğan çocuk kırklanmadan önce eve et getirilirse çocuk basılır, ayakta duramaz.

-       Çocuğu et ile tarttığın zaman çocuk düzelir.

-       Makas boşken açıp-kapamak o evde kavga olacağına işarettir.

-       Makasın açık kalması dedikodu olacağına işarettir.

-       Yeni çocukların saçlarını dini yılbaşında keserler ki saçları gür çıksın.

-       Bir kızın gözünde arpacık çıkarsa zengin biri ile evleneceğine inanılır.

-       Ölen kişinin gözleri açık olursa dünyaya hasret gittiğine inanılır.

-       Eve karınca girerse bereket girermiş.

-       Evde bardak, tabak kırılması uğurlu imiş ve onu kırana değecek nazarı önlermiş.

-       Birbirine düğümlenmiş telleri çözen kaynanası ile iyi geçinirmiş.

-       Gece besmele çekmeden toz, çöp, kağıt atmak, su dökmek iyi değildir.

-       Gece ıslık çalarsan şeytanı çağırırmışsın.

-       Kafa kafaya vurduğunda tekrar vurmak gerekir, yoksa kel olursun.

-       Çayın içinde uzun çöp varsa o gün misafir gelirmiş

 

 

OF TA GİYİM KUŞAM

Of’taki giyim kuşam geleneğini eski ve yeni nesil açısından ele almak daha doğru olur. Son yıllarda yükselen yaşam seviyesi giyim-kuşamı da etkilemiştir.

Günümüzde orta ve genç yaşta diyebileceğimiz nesil, klasik giyim yerine modern tarzı tercih ediyor. Klasik tarzda giyinenler daha çok ilçe merkezleri dışında köyde ve kırsal kesimlerde oturanlardır. Yeni nesil büyük çoğunlukla, çağdaş giyime yönelmektedir. Giyim-kuşamdan dolayı hiç kimse rahatsız edilmez. Bu da sevindirici bir olaydır.

Geçmişte bilindiği gibi insanların moda sorunu yoktu. Çünkü o günkü anlayış ve ekonomik imkanlar buna fırsat tanımıyordu. Fakat günümüzde moda olgusu çok önem kazanmıştır. İnsanların giyim zevkleri ve zerafet anlayışları tamamen değişmiştir. Güzel ve şık görünmek, çok önem kazanmıştır.

Her şeyde olduğu gibi, giyim kuşamın da ekonomiyle yakından ilgili olduğunu söylemeden geçemeyiz. Hal böyle iken giyim-kuşamda dini inançların da etkili olduğunu belirtmek gerekir. Of halkının sağlam bir dini inanca sahip olduğunu bilmeyen yoktur. Bundan dolayı giysilerde, edebe-adaba her zaman dikkat edilmiştir.

Of’un yöresel kıyafetlerinden şu şekilde örnekler verebiliriz;

 

 

a-      Erkeklere Ait Giysiler

       Of’ta erkek giysileri genel olarak başlık, yelek, zıpka, çarık, çapula, çizme, gömlek, kemer veya kuşak ve elbiselere takılan aksesuarlardan oluşurdu.

         1- Başlık: 120-140 cm uzunluğunda siyah şayaktan ibarettir. Ortası başa yerleştirilecek şekilde dikilmiş, yan yana yolları ile özel bağlama usulüne göre başa sarılır. Püsküllü başlıklarda kulaklık en güzel bağlayış tarzıdır. Başlık takanın zenginliğine göre başlıkların kenarında altın liralar olurdu.

         2- Yelek: Genellikle siyah şayaktan dikilirdi. Gömleğin üzerine giyilirdi. Önü oldukça kapalı olurdu. Sol göğüs üzerinde bulunan bir dizi düğmelerle iliklenirdi. Zenginler çelik yelek giyerlerdi ve kenarlarına altın liralar takarlardı.

         3- Gömlek: Genellikle yakasız dikilir ve yeleğin altına giyilirdi. Kolları genişti. Eskiden yetiştirilen kendirin ipliklerinden dokunurdu.

         4- Zıpka: Belden uçkurlu, ağı körüklü, paçaları dar bir çeşit pantolondur. Ayrıca kendir ipliğinden yapılan şalvar da giyilirdi.

         5- Sabuk-Çaruk-Çapula-Çizme: Sabuk ayağa giyilen bir çeşit hafif çizmedir. Tek köşeli ince bir dikimi vardır. İlk önceleri ayağa giymek için inek derisinden çaruklar kullanılırdı. Sonraları altları başlıklı çivilerle donatılmış çapula denilen bir tür ayakkabı giyilmeye başlanmış. Bundan sonra konçları yumuşak, topukları alçak, uçları sivri sapuk (sabuk) ismi verilen çizmeler makbul ayakkabı sayılmış.

         6- Hemayil: Gümüşten yapılıp, nazar, göz değmesin diye içine muska koymaya mahsus üzerine cami veya ay yıldız gibi süslemeler işlenen sigara tabakası büyüklüğünde zarif bir kutu idi. Gümüş zincirle göğüs üzerine gelecek şekilde boyuna asılırdı.

         7- Yağdalık: Silahı yağlamak için, içine yağ konulup bele takılan küçük bir kutudur.

         8- Sarma Silahlık-Kuşak: Bele bağlanan kayıştır. Ön kısmında bıçakları sokmaya mahsus üst üste dikilmiş kayış gözleri vardır.

       Yaşlılar bellerine kuşak sararlardı. Kuşak kullanmayanlar üzerinde gümüş işlemeli deriden yapılmış kayış kullanırlardı.

         9- Kavlık: Sigara yapmak için içinde kav, çakmak taşı, çakmak bulunan bir kutudur. Bele asılır.

             10- Alafranga Cep Saati: Daireye benzer. Üzerinde cami ve ay yıldız süslemeleri bulunur. Uzun zinciri ile bele takılır.

             11- Bıçak: Ucu sivri 25-30 cm uzunluğunda, süslü ve işlemeli olur. Kuşak bağlayanlarda kuşağın altına sol tarafa doğru sokulur. Kuşak kullanmayanlarsa kını ile kemere takılır.

          12- Mes: Yaşlı kadın ve erkeklerce tercih edilen mes, ayakları sıcak tuttuğu gibi dini amaçlı da giyilir.

 

b- Kadınlara Ait Giysiler:

            Kadınlar kendir ipliğinden dokunan elbiseleri giyerlerdi. Genç dul kadınlara elbiseleri ters giydirilirdi. Dul kadınlara eskiden çok rağbet olduğundan yeni elbise giydirilip bir yere gönderilmezmiş.

            Genel olarak başa çember, yaşma, yazma, keşan giyilir. Giysiler; fistan, oğluk (peştamal), şalvar ve çoraplardan oluşur. Ayaklara çarık, çapul ve yemeni giydirilirdi. Aksesuar olarak beşi bir yerde, tekli kayton ve iğnelik takılırdı.

 

         1- Başörtüsü: Çeşitli renkli desenlerden oluşur. Kenarlarına pul veya boncukla oya yapılır. Üçgen şeklinde ya kulak üstünden  arkaya ya da çene altından bağlanır. Yaşlılar çemberin iki katı büyüklüğündeki yazmayı kullanırlar. Başa tamamen sarılarak bağlanır. Yazmanın kenarı mutlaka oyalı olur. Üçgen şeklinde katlanıp tepesi ortaya gelecek şekilde arkadan dolandırılarak uçları öne bağlanır.

 

         2- Fistan: Oldukça uzun ve bolca dikilmiş entariler giyilir. Sahil köy kadınlarının giydikleri entariler daha dar, kısa ve günün şehir modasına uygundur. Fistanın üzerine bel bağı bağlanır.

               3- Peştamal (Keşan), Dolaylık: Başa takılana peştamal ya da keşan, bele bağlanana dolaylık denir. Başa takılan çemberin veya yazmanın üzerine örtülür. Dolaylık denilen fistanın üzerinden bele bağlanır. Genelde siyah-açık kahverengi, siyah-mor veya beyaz-bordo renkli çizgilidir. Önden aşağı sarkar. Karadeniz köy kadınlarının tarlada, yolda, pazarda, giydiği peştamal, çalışırken üst-başlarını kirlenmekten koruyan iyi bir önlüktür.

        4- Şalvar/Don: Çeşitli renk ve desenlerde olabilir. Uzunca ve geniştir. Eskiden kendir ipliğinden yapılırdı. Günümüzde ise genellikle pamuklu bezden yapılır. Fistanın altına giyilir.

        5- Çarık ve Yün Çoraplar: Çarık giyimi tamamen kalkmıştır. Çarıklar inek derisinden yapılır. Çarık, sığırın ayak altları çarığın topuğuna gelecek şekilde yapılırdı. Yün çoraplar koyun yününden yapılan ipliklerle dokunur ve desenli olurdu. Yakın dönemlere kadar kara lastik giyilirdi.

        6- Aksesuar: Giysilerin üzerine takılan beşi bir yerde, kayton ve iğnelik gibi takılardır. Beşli-tekli gibi takılar ince bağa geçirilerek boyuna bağlanır. Çeşitli renkte şal ipliklerinden örülün kayton; bele bağlanır ve uçları arkaya sarkıtılır.

       Teknolojinin ilerlemesi, ilçe halkının azımsanmayacak kadarı geçimini sağlamak için büyükşehirlere ve yurt dışına gurbete gitmesi sonucunda yerel giysiler, belli bir oranda terk edilmiştir. Onun yerine modern giysiler benimsenmiştir. Eskiden giyilen giysileri giyen erkeklere az rastlanmaktadır. Kadınlarda ise, daha çok yaşlı olanlarda önceki giysilere rastlanmaktadır. Peştamal hala geçerliliğini korumaktadır.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol